Sayfalar

6 Ocak 2013 Pazar

Çağdaş Varlık Görüşleri


VARLIĞA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIM

Nicolai Hartmann ve Yeni Ontoloji (Varlıkbilim)

Varlık kuramı ya da felsefesi diye bilinen ve N. Hartmann (20 Şubat 1882, Riga - 9 Ekim 1950, Göttingen) tarafından yeniden temellendirilen ontoloji, bir bütün olarak varlığı ele alan ve varolanların en temel niteliklerini inceleyen bir felsefe dalıdır.

Epistemolojiyi ontolojiye indirgemiş olan Nicolai Hartmann, varlığın çeşitlilik içinde birliği olduğunu, yine varlığın tabakalarının (stratum, strata) ve varoluş tarzlarının (modus) bulunduğunu, fakat bunların hepsinin varlığa ait şeyler ve varlığın bir yüzü olduğunu savunmuştur.

Nicolai Hartmann’a göre, değişik nitelikler taşıyan varlık alanlarını kavrayabilmek için evren bir bölümüyle değil, bütünlüğüyle ele alınmalı; olgular ve olaylar arasındaki varlık bağlantıları araştırılmalıdır. Varlık, kendi bütünlüğüyle ortadadır ve iki temel kategorisi (belirleyici ilkesi) vardır. Birincisi, zaman ve mekan boyutlarının dışında kalan ve değişmeyen “ideal varlık” kategorisi, ikincisi ise mekan ve zaman boyutları içinde yer alan “real varlık” kategorisidir.

“Real varlık” değişir, “ideal varlık” ise değişmez. Ancak bu iki varlık alanı arasında, gene varlık koşullarından kaynaklanan ortak bir bağ bulunur. Real varlık organı olan “anlık” ın, ideal varlıklarla ilgili bilgileri edinmesi bu ortak bağ nedeniyledir. Örneğin gerçek bir varlık olan “kara tahta” nın üzerine ideal bir varlık olan üçgenin çizilerek yansıtılması, bu iki varlık kategorisi arasındaki bağlantıdan kaynaklanır. Varlık kategorileri, insanın bir buluşu değildir; varlığın yapısı gereği kendinde vardır ve bir bütünlük içindedir. Her varlık türü , araştırıcıya, hangi ölçülere göre davranabileceğini, sorunlara ne gibi bir tutumla yaklaşılacağını gösterir. Yöntem, araştırma konusu olan varlığın kendisindedir. Daha önceden benimsenen belli bir yönteme, araştırmada öncelik verildiği zaman varlık sorununa kesin bir çözüm bulunamaz.

Varlığın yapısı sorunu-gelince, Nicolai Hartmann’a göre, “real dünya” ayrı yasaları ve yapısı olan, birbiri üstüne gelen dört varlık tabakasından kurulu bir bütündür (seinsstufen).

 


I. Katman
Cansız nesnelerin bulunduğu varlık alanı olup buna ‘inorganik tabaka ya da madde katmanı adı verilir Bu katmanı konu edinen bilim fiziktir, inceleyen ise algı” edimimizdir. Maddeden oluşan bu alan tek katmanlıdır. Burada yer kaplama, düşme, ısınınca genişleme, soğuyunca büzülme gibi olgular geçerlidir

 

II. Katman Canlı varlıkların bulunduğu alandır, bu organik tabaka biyolojimn konusunu oluşturur Yaşamın geçerli olduğu bu alanı sezgi edimimiz irdeler. Bitkiler alanı iki katmanlıdır, bitkilerde yer kaplama düşme, genleşme, daralma görülür. Yaşam alanında madde ile bağlantı vardır Yaşam alanının özelliği ise üreme (çoğalma) büyüme gelişme ve beslenmedir.


III. Katman:
Burası bilinçli varlıkların alanıdır ve bu alanla da psikoloji ilgilenir.Hayvanlar üç katmanlı varlıklardır, daha önceki iki varlık alanının özelliğini taşırlar Bu alanı bilinç edimimiz ile tanırız edim türümüz ise tanıma’dır.

 

IV. Katman: Tinsel varlıkların oluşturdukları bu alanla da felsefe uğraşır. Edim alanımız tin ya da ustur ve bu alanda bilme edimi söz konusudur. İnsanın bulunduğu alan dört katmanlıdır, başka deyişle insan dört tabakalı bir varlık alanı oluşturur Önceki üç varlık alanının dışında insanda tinsel katmanın nitelikleri de bulunur. Bu, en özgür ama en güçsüz tabakadır.

 

Bu dört varlık tabakası birbirleriyle karışmış, kaynaşmış olmayıp, nitelik bakımından ayrılıklar gösterirler. Yalnız bu ayrılık, bu varlık alanlarının tümüyle birbirlerinden kopuk, birbirleriyle bağlantısız oldukları anlamına gelmez. En güçlü alan 1. varlık tabakası dır Bu katman, üzerinde taşıdığı öteki katmanlara gereksinme duymaz, oysa öteki tabakalar birinci katmanı gereksinirler. I. tabaka olan madde alanında algı, II. tabakada sezgi, III. katmanda tanıma ve son tabakada da bilme edimleri geçerlidir. Bu da, madde algıyla, yaşam sezgiyle, bilinç tanımayla, tin bilmeyle kavranır demektir.

 

Varoluşçuluk

HEİDEGGER

Varoluşçuluğun fılozofları klâsik felsefenin izlediği yola uygun bir yol izleyerek, varoluşçu felsefeyi evrensel genişliği olan ve belli bir sistemde bütünlüğüne kavuşan bir felsefe olarak temellendirmek istemişler, ancak klâsik felsefenin tutumuna karşıt bir tutum alarak, özler araştırmasını bir yana bırakıp doğrudan doğruya varoluşun alanına girmişler, özleri bu alandan derlemeye yönelmişlerdir. Tanrıtanımaz varoluşçuluğun başlıca temsilcileri Heidegger ve Sartre da aynı çabanın içindeydi.

Heidegger'e göre, varoluşumuz başlıca iki biçimde dışlaşır: Gerçek varoluş, özgürlük deneyiyle belirgindir, insanın özgür olduğunu duyuşuyla ve böylece kendi yazgısını kendi eliyle çizmeye kalkışıvla ortaya konur ve bunalım deneyiyle gerçekleştirilir; gerçek olmayan varoluş, insan topluluklarının varlığında ortaya çıkar, çünkü bu insan toplulukları bunalımdan kaçarlar ve genel görüşlere inanırlar: Burada Heidegger'in gerici dünya görüşü belirir: insan olmak demek, tam anlamında insan olmak demek, ayrıcalı bir tutum içinde olmak demektir

İnsan, dünyaya bırakılmışlığıyla, ölüme adanmış durumdadır. Yaşamaktadır, öyleyse ölmesi gerekir. Yaşaya yaşaya bitirecektir varoluşunu. Gerçekte o her zaman yaşamak ister ama, bu isteğini hiç mi hiç gerçekleştiremez. Ölümsüzlük yoktur. Var-oluş, yaşam boyunca, yani doğmakla ölmek arasında yer alır. İnsan bu yaşam içinde hep ileriye doğru atılır, yarınına yönelir, yarınını kurmak ister. Şimdiki Zamanımız, geleceğe açılışımızla, geleceği kurma çabamızla belirgindir. Bu durum, bir özgürlük deneyini zorunlu kılar. İnsan Kendi varlığını sağlayabilmek için sürekli seçimler yapar yani özgürlüğünü gerçekleştirir. Özgür olmak, kendini yaratarak kendini aşmak demektir, insan hep bir aşma durumundadır.

KARL JASPERS

Jaspers'e göre insan bir özgür seçiş içindedir: Kendi yazgısını seçer. Bu yazgı bizim ben'imizi kurmamızı sağlar. Ama bu ben, her zaman, başarısızlığa adanmıştır. Başarısızlık bizi Aşkınlık'a yani Tanrı'ya yönelten bir etkinliktir: Varoluş dünyası felsefi araştırmanın alanıdır. Felsefede olgubilimsel içebakış yöntemi geçerlidir. Ancak içebakış deneyimiz hiç de kolay bir deney olmayacak. Çünkü kendimize baktığımızda, uçsuz bucaksız, dipsiz bir gerçeklikle karşılaşırız. Her şeyin temelinde Tanrı dediğimiz aşkınlık yatar. Tanrı'nın bilgisine insan inançla ulaşabilir.

Pragmatizm

CHARLES SANDERS PEİRCE

Pierce doğru ve nesnel olarak kabul ettiğimiz ve bu özellikleriyle iş gördüğümüz bilgilerimizin kaynağının gözlenebilen somut rasyonel etkenler olabileceği gibi soyut inançlar da olabileceğini düşünerek ve bu bakımdan pratik sonuçları da önemsememiz gerektiğini ileri sürerek pragmatizmin James’in deyimiyle adını koymasa da tarif edicifigürü olmuştur. Buna göre Peirce bir şeyin anlamlı olmasının tüm değişkenleri içinealan tamamen pragmatik gerekçelere de bağlı olabileceğini göstermek istemiştir.


Pragmatizmi yönlendiren temel düşünce, insanlık durumlarında kararlarımızın,tercihlerimizin ve eylemlerimizin her türlü düşünce, ideal ve inançtan önce geldiğidir.Diğer bir ifadeyle pragmatizm, pratiğin teoriyi öncelediği inancını taşır.

Peirce’ın anlam ve doğruluk problemine dair çözümü bilimde aradığ ısöylenilebilecektir. Fakat Peirce’ın buradaki konumu, bir ayrım yapmak gerekirse,pozitivistler ya da materyalistler gibi bir konum değildir. Peirce için bilim daima biryöntemdir, bu anlamda asla bir tür ideoloji olmamıştır.Peirce dönemi itibarıylarasyonel bir araştırma için gerekli olanın, zamanının bir bilimsel doktrini değil bilimselyönteminin önemsenmesi gerektiğini ileri sürer. Bu açıdan Peirce bilime tüm cevaplarıveren bir ideoloji olarak bakmayı reddeder. Zira bu, bilimin kendisinin bir dogmaolması demektir.

Aynı gerekçelerle Peirce geleneksel metafizik düşünceyi de reddeder.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder