VARLIĞIN NE OLDUĞU PROBLEMİ
Varlığın var olduğu kabul edilince karşımıza kaçınılmaz bir soru çıkar. O da "varlığın ne türden bir varlık olduğu" sorusudur. Filozofların bu soruya yaklaşımları farklıdır. Onları şu gruplar altında toplayabiliriz:
• Varlığı oluş olarak kabul edenler,
• Varlığı idea olarak kabul edenler,
• Varlığı madde olarak kabul edenler,
• Varlığı hem madde hem de düşünce olarak kabul edenler,
• Varlığı fenomen olarak kabul edenler.
A. VARLIĞI OLUŞ OLARAK KABUL EDENLER
İlk Çağ felsefesinde evrenin sürekli bir değişim, akış ve oluş halinde olduğunu ileri süren ilk düşünür Efesli Herakleitos'tur. (M.Ö. 540-480). Ona göre evrenin ana maddesi ateştir. Ateşten oluşan her şey yine ateşe dönecek; ama ateş yeniden her şeyi yaratacaktır. Evrende durağan hiçbir şey yoktur. Her şey sürekli bir değişim, bir oluş içindedir. Doğa gibi insanın kendisi de bedeni ve ruhuyla sürekli bir değişim halindedir. Böyle olmasına karşın, söz gelimi bir ırmağı hep aynı ırmakmış gibi düşünürüz. Acaba gerçekten öyle midir?
Herakleitos şöyle der:
"İki kez yıkanamazsınız aynı ırmakta; üzerinden akan sular, şimdi yeni sulardır."
Herakleitos'un dediği gibi bu arada akıp giden sular, onu başka bir ırmak yapmıştır.
Herakleitos'a göre evren, boyuna akan,
durmadan değişen, dönüşümlü olarak yok olup yeniden ortaya çıkan bir süreç, bir
oluştur. Daha açık bir deyişle oluş vardır ya da varlık oluştur. Bu oluşa karşıt
güçlerin çatışması ve bu çatışma sonunda ortaya çıkan uzlaşma (sentez) neden
olur. Eğer bu karşıtlarla bunların arasındaki çatışma ya da savaş
olmasaydı evrende nesneler de olmazdı. Örneğin; yaşam dişi ile erkekten
gelir, otun yok olması koyunun yaşamasını sağlar, yorulmadan dinlenmenin
değeri anlaşılmaz. Görüldüğü gibi oluş, karşıtların (canlı - cansız, iyi-kötü,
aydınlık - karanlık vb.) çatışmasının sonucudur. Karşıtların çatışması her
şeyin anasıdır. Bu görüşüyle Herakleitos, diyalektiği ilk ortaya koyan
düşünür olmaktadır.
Herakleitos'a göre evrende durağan ve
değişmeyen bir şey bulunduğunu sanmak bir yanılgıdır. Sonsuz değişmeler
içinde değişmeyen tek şey değişmenin değişmezliği ilkesidir. Ona göre her
değişim belli bir düzene, belli bir ölçü ve yasaya göre olur. Bu yasaya
Herakleitos logos (evren aklı) diyor. Evrendeki tüm olaylara logos
(akıl) egemendir. İnsan aklı, evrendeki oluşu yöneten bu genel aklın bir
parçasıdır.
WHITEHEAD
Çağımızda varlığı oluş olarak kabul edenlerden biri de İngiliz matematikçi ve filozof Alfred Whitehead'dır. (1861-1947) Ona göre evrende mekanik bir düzenin geçerli olduğu görüşü yanlıştır. Evren sürekli bir oluş içindedir. Bu "oluş"ta her şey birbirine bağımlıdır. Her varlık, var olmak için başka bir varlığa muhtaçtır.
WHITEHEAD
Çağımızda varlığı oluş olarak kabul edenlerden biri de İngiliz matematikçi ve filozof Alfred Whitehead'dır. (1861-1947) Ona göre evrende mekanik bir düzenin geçerli olduğu görüşü yanlıştır. Evren sürekli bir oluş içindedir. Bu "oluş"ta her şey birbirine bağımlıdır. Her varlık, var olmak için başka bir varlığa muhtaçtır.
Whitehead evrende, birbirini tamamlayan karşıt
iki güç olduğu görüşündedir. Bu güçlerden biri evrene yaratıcılık, diğeri
süreklilik olanağı verir. Böylece evren, canlı bir oluş olarak varlığını
sürdürür.
Whitehead bu görüşünü şöyle dile getirir:
"Evrenin akıp geçmekte oluşundan başka bir temel doğru yoktur."
B. VARLIĞI İDEA OLARAK KABUL EDENLER
Varlığın ilk ve en önemli ögesinin idea (düşünce) olduğunu öne süren öğretiye felsefede idealizm denir. İdealizm, var olan her şeyi düşünceye bağlayan, insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin varlığını yadsıyan felsefe öğretişidir.
Whitehead bu görüşünü şöyle dile getirir:
"Evrenin akıp geçmekte oluşundan başka bir temel doğru yoktur."
B. VARLIĞI İDEA OLARAK KABUL EDENLER
Varlığın ilk ve en önemli ögesinin idea (düşünce) olduğunu öne süren öğretiye felsefede idealizm denir. İdealizm, var olan her şeyi düşünceye bağlayan, insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin varlığını yadsıyan felsefe öğretişidir.
Felsefe tarihinde idealizmi savunan pek
çok ünlü filozof vardır; ancak aralarında önemli farklar bulunur. Onları
birleştiren ortak nokta "maddenin gerçek olmadığı"dır. Başka
bir deyişle idealizme göre madde bir hayaldir ve dünyadaki her şey
zihinseldir.
Şimdi varlığı idea olarak kabul eden
filozoflardan Platon, Aristoteles, Farabi ve Hegel'in görüşlerini ana
çizgileriyle açıklayalım.
PLATON (M.Ö 427-347)
İdealizmin kurucusu sayılan Platon, eserlerinin hemen tümüne sahip olduğumuz tek Yunanlı filozoftur. Bu bakımdan varlık, bilgi, etik, estetik, devlet vb. konulardaki görüşlerini kitaplarını okuyarak anlamamız mümkündür. Platon, varlık sorununu, gerçek varlığın "bir" ve "değişmez" olduğunu ileri süren Parmenides'in görüşleriyle Herakleitos'un "oluş felsefesini birleştirerek çözmeye çalışmış ve ünlü idealar kuramını oluşturmuştur. Bu kurama göre birbirinden tümüyle farklı olan iki dünya (evren) vardır. Biri nesneler dünyası, diğeri idealar dünyasıdır. Birincisi sürekli olarak oluşan, değişen ve yok olan nesnelerin dünyasıdır. İkincisi öncesiz ve sonrasız (ezeli ve ebedi) olan ideaların dünyasıdır.
MAĞARA ÖRNEĞİ
Platon bu görüşünü ünlü mağara örneği ile açıklamıştır.
PLATON (M.Ö 427-347)
İdealizmin kurucusu sayılan Platon, eserlerinin hemen tümüne sahip olduğumuz tek Yunanlı filozoftur. Bu bakımdan varlık, bilgi, etik, estetik, devlet vb. konulardaki görüşlerini kitaplarını okuyarak anlamamız mümkündür. Platon, varlık sorununu, gerçek varlığın "bir" ve "değişmez" olduğunu ileri süren Parmenides'in görüşleriyle Herakleitos'un "oluş felsefesini birleştirerek çözmeye çalışmış ve ünlü idealar kuramını oluşturmuştur. Bu kurama göre birbirinden tümüyle farklı olan iki dünya (evren) vardır. Biri nesneler dünyası, diğeri idealar dünyasıdır. Birincisi sürekli olarak oluşan, değişen ve yok olan nesnelerin dünyasıdır. İkincisi öncesiz ve sonrasız (ezeli ve ebedi) olan ideaların dünyasıdır.
MAĞARA ÖRNEĞİ
Platon bu görüşünü ünlü mağara örneği ile açıklamıştır.
Çok küçük yaştan beri bir mağaranın içinde
yüzü duvara, sırtı mağaranın kapısına dönük, zincire vurulmuş bir insan
tasarlayalım. Güneşli bir günde bazı varlıklar mağaranın kapısı önünden
geçsinler. Güneşin etkisiyle bu varlıkların gölgeleri duvara yansır. Yüzü
duvara dönük insan bu gölgeleri görünce onları "gerçek" sanır; çünkü
insan, örnekteki gibi, duyularla algıladığı "gölgeleri" gerçek kabul
etmektedir.
Platon'da varlık sorununun çözümü, böylece, iki dünyanın ayırt edilmesine dayanmaktadır. Bu dünyalardan biri var olanı ve hiç oluş halinde olmayanı, öteki ise hep oluş halinde olup hiçbir zaman var olmayanı içine almaktadır. Ona göre asıl varlıklar, hiç değişmeyen, hiç oluş halinde olmayan, hep kendi kendisinin aynı kalan varlıklardır. O bunlara idea adını veriyor. İdealar tüm varlıkların aslı, ilk örnekleridir. Öncesiz, sonrasız, tek ve yetkindirler. Asıl gerçek olan varlıklar bunlardır. Günlük yaşamda gördüğümüz nesnelerse ideaların birer kopyasıdırlar; varlıkları sınırlıdır, zamanla değişir ve ortadan kalkarlar.
Platon'da varlık sorununun çözümü, böylece, iki dünyanın ayırt edilmesine dayanmaktadır. Bu dünyalardan biri var olanı ve hiç oluş halinde olmayanı, öteki ise hep oluş halinde olup hiçbir zaman var olmayanı içine almaktadır. Ona göre asıl varlıklar, hiç değişmeyen, hiç oluş halinde olmayan, hep kendi kendisinin aynı kalan varlıklardır. O bunlara idea adını veriyor. İdealar tüm varlıkların aslı, ilk örnekleridir. Öncesiz, sonrasız, tek ve yetkindirler. Asıl gerçek olan varlıklar bunlardır. Günlük yaşamda gördüğümüz nesnelerse ideaların birer kopyasıdırlar; varlıkları sınırlıdır, zamanla değişir ve ortadan kalkarlar.
Platon'a göre günlük yaşamda görülen her
şeyin bir ideası vardır. (iyi, güzel, insan, at, ağaç vb.) Tüm ideaların
üstünde yer alan ise iyi ideasıdır.
Platon iyi ideasından ne anladığını
"Devlet" adlı eserinde şöyle belirtiyor:
"İnsan onu kolay kolay göremez, görebilmek için de dünyada iyi ve güzel ne varsa hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur. Kavranan dünyada doğruluk ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış yaşamında bilgece davranabilir."
"İnsan onu kolay kolay göremez, görebilmek için de dünyada iyi ve güzel ne varsa hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur. Kavranan dünyada doğruluk ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış yaşamında bilgece davranabilir."
Platon'u idealar kuramına, başka bir
deyişle idealizme götüren düşüncelerin başında şu ikisinin etkili olduğu
söylenebilir:
• Nesneler dünyasının sürekli oluş ve
değişme içinde olmasının, bilimin aradığı süreklilik ve kalıcılık özelliklerini
sağlayamaması,
• Ahlaki değerlerin, duyusal dünyanın kavramlarıyla açıklanamaması.
ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)
Aristoteles de varlığın ilk ve en önemli ögesinin idea olduğu görüşündedir; ancak o, her şeyden önce bir doğa bilginidir. Doğayı olduğu gibi,yani duyu organlarımızın sağladığı biçimde tanımak ve bilmek ister. Bu özelliği, öğretmeni ve yakın dostu olan Platon'a felsefi yönden karşı çıkmasına yol açmıştır. Aristoteles bu tutumunu şöyle açıklar:
"Dostluk ve hakikat gibi iki iyi arasında hakikati yeğlemek gerekir."
Gerçekten de filozof için başka bir seçenek olamaz.
Aristoteles'e göre gerçek varlık, duyularımızın bize gösterdiği biçimdedir; değişken görünüşlerin (fenomenlerin) içinde oluşan tözdür. Ona göre töz (cevher, öz) olarak var olan ne ideadır ne de maddedir. Bunları da içeren bütündür, bireydir. Duyularla algılanabilir her şey form kazanmış bir maddedir. Başka bir deyişle maddede olanak olarak var olan öz, form (idea) sayesinde gerçek olur. Örneğin, yapıldığı malzeme mermer (madde) olan bir heykeli yapan sanatçının zihnindeki heykel fikri (idea) mermerde vardır. Bu görüşüyle Aristoteles, Platon'un "nesneler dünyasından ayrı olarak varlığını ileri sürdüğü "idealar dünyası"nı yadsır. Platon'un yanlışı, gerçek varlığı, onu meydana getiren bireylerden ayrı olan idealarda görmesidir; maddeden (eşyadan) ayrı ideaların (formların) bulunduğunu ileri sürmesidir. Materyalistlerin yanılgıları da tözü (cevheri) maddeye indirgemeleridir.
ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)
Aristoteles de varlığın ilk ve en önemli ögesinin idea olduğu görüşündedir; ancak o, her şeyden önce bir doğa bilginidir. Doğayı olduğu gibi,yani duyu organlarımızın sağladığı biçimde tanımak ve bilmek ister. Bu özelliği, öğretmeni ve yakın dostu olan Platon'a felsefi yönden karşı çıkmasına yol açmıştır. Aristoteles bu tutumunu şöyle açıklar:
"Dostluk ve hakikat gibi iki iyi arasında hakikati yeğlemek gerekir."
Gerçekten de filozof için başka bir seçenek olamaz.
Aristoteles'e göre gerçek varlık, duyularımızın bize gösterdiği biçimdedir; değişken görünüşlerin (fenomenlerin) içinde oluşan tözdür. Ona göre töz (cevher, öz) olarak var olan ne ideadır ne de maddedir. Bunları da içeren bütündür, bireydir. Duyularla algılanabilir her şey form kazanmış bir maddedir. Başka bir deyişle maddede olanak olarak var olan öz, form (idea) sayesinde gerçek olur. Örneğin, yapıldığı malzeme mermer (madde) olan bir heykeli yapan sanatçının zihnindeki heykel fikri (idea) mermerde vardır. Bu görüşüyle Aristoteles, Platon'un "nesneler dünyasından ayrı olarak varlığını ileri sürdüğü "idealar dünyası"nı yadsır. Platon'un yanlışı, gerçek varlığı, onu meydana getiren bireylerden ayrı olan idealarda görmesidir; maddeden (eşyadan) ayrı ideaların (formların) bulunduğunu ileri sürmesidir. Materyalistlerin yanılgıları da tözü (cevheri) maddeye indirgemeleridir.
Aristoteles "gerçek varlığı"
oluşturan nedenlerin neler olduğu üzerinde de durur. Ona göre yapılan her
şeyin maddesel, formel, yapıcı (hareket ettiren) ve ereksel (teleolojik)
olmak üzere dört nedeni vardır.
Örneğin, bir heykel;
1) Heykelin yapıldığı bir madde (mermer, tunç ya da tahta),
2) Heykelcinin zihninde bulunan bir fikir (plan ya da örnek, idea),
3) Yapıcı ya da hareket ettirici neden olarak kol, el ve aletler,
4) Bunların tümünü harekete getiren ve onları güç halinden eylem haline geçiren bir erek (amaç) bulunmasını gerektirir.
Görüldüğü gibi Aristoteles'e göre varlık somut bir şeydir ve oluşumu dört nedene bağlıdır. Bu nedenlerden en önemlisi ideadır. (form) Madde ondan sonra gelir.
Aristoteles'e göre canlı ile cansız arasında nitelik bakımından bir ayrılık yoktur. Sadece canlılar, cansızlara göre daha üst basamaktadırlar. Doğada bulunan her varlık -ister canlı isterse cansız olsun- madde ve biçimden oluşur. İnsan da madde ve biçimden oluşmuştur. Beden madde, ruh biçimdir. Madde; toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört ana biçimde belirir (Empedokles'in görüşü). Bu dört ana ögenin yer değiştirmesi ve çarpışması, dünyadaki öteki varlıkları meydana getirir. Bu bakımdan doğa sürekli bir oluş içindedir. Bu oluş belli bir ereğe yöneliktir. Başka bir deyişle varlıklar sürekli olarak bulundukları basamaktan üst basamağa çıkmak isterler. Söz gelimi; tohum ağaç, yumurta civciv olmak ister. Bu oluşumu başlatansa salt düşünce olan ruhsal bir ilkedir ki Aristoteles buna tanrı demektedir.
Örneğin, bir heykel;
1) Heykelin yapıldığı bir madde (mermer, tunç ya da tahta),
2) Heykelcinin zihninde bulunan bir fikir (plan ya da örnek, idea),
3) Yapıcı ya da hareket ettirici neden olarak kol, el ve aletler,
4) Bunların tümünü harekete getiren ve onları güç halinden eylem haline geçiren bir erek (amaç) bulunmasını gerektirir.
Görüldüğü gibi Aristoteles'e göre varlık somut bir şeydir ve oluşumu dört nedene bağlıdır. Bu nedenlerden en önemlisi ideadır. (form) Madde ondan sonra gelir.
Aristoteles'e göre canlı ile cansız arasında nitelik bakımından bir ayrılık yoktur. Sadece canlılar, cansızlara göre daha üst basamaktadırlar. Doğada bulunan her varlık -ister canlı isterse cansız olsun- madde ve biçimden oluşur. İnsan da madde ve biçimden oluşmuştur. Beden madde, ruh biçimdir. Madde; toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört ana biçimde belirir (Empedokles'in görüşü). Bu dört ana ögenin yer değiştirmesi ve çarpışması, dünyadaki öteki varlıkları meydana getirir. Bu bakımdan doğa sürekli bir oluş içindedir. Bu oluş belli bir ereğe yöneliktir. Başka bir deyişle varlıklar sürekli olarak bulundukları basamaktan üst basamağa çıkmak isterler. Söz gelimi; tohum ağaç, yumurta civciv olmak ister. Bu oluşumu başlatansa salt düşünce olan ruhsal bir ilkedir ki Aristoteles buna tanrı demektedir.
FARABİ (870-950)
Varlığın idea olduğunu ileri süren filozoflardan biri de İslam felsefesinin kurucusu Farabi'dir. Ona göre felsefe "var olan"ın bilimidir, başka bir deyişle evreni önümüze seren bilimdir. Bu bakımdan felsefe yapmak, insanın kendisini ve evrenin amacını anlamaya çalışması demektir.
Varlığın idea olduğunu ileri süren filozoflardan biri de İslam felsefesinin kurucusu Farabi'dir. Ona göre felsefe "var olan"ın bilimidir, başka bir deyişle evreni önümüze seren bilimdir. Bu bakımdan felsefe yapmak, insanın kendisini ve evrenin amacını anlamaya çalışması demektir.
Farabi varlık sorununu vacibülvücut (zorunlu
varlık) kavramıyla çözmeye çalışmıştır. Ona göre yokluktan hiçbir iz
taşımayan, bir ve gerçek olan ilk varlık Tanrı'dır. Ondan daha önce, daha üstün
varlık yoktur. Tanrı, var olmak için başkasına gereksinim duymaz. "Madde"si
ve "suret (biçim)"i bulunmaz. Ondaki her şey bir olduğundan
varlığının tanımı yapılamaz.
Tanrı'da öz ve töz birdir. Tözü her ne ise özü odur. Özü her ne ise tözü odur. Başka bir deyişle öz ve töz yalnız Tanrı'da birdir. Tanrı'nın yarattıklarında ise ayrıdır. Yaratılanların varlıkları vardır; ama var oluşları Tanrı'ya bağlıdır.
Tanrı'da öz ve töz birdir. Tözü her ne ise özü odur. Özü her ne ise tözü odur. Başka bir deyişle öz ve töz yalnız Tanrı'da birdir. Tanrı'nın yarattıklarında ise ayrıdır. Yaratılanların varlıkları vardır; ama var oluşları Tanrı'ya bağlıdır.
Tanrı saf (mutlak) akıl, saf hayır
(iyilik)dır. Öncesiz (ezeli) bilgiye sahiptir. Bilgisi en büyük gücüdür. İşte
Tanrı'daki bu akıl ve bilgi tüm varlıkların yaratılış nedenidir. Her şey bir
olan Tanrı'dan sadır olmuştur. (ortaya çıkmış).
Farabi'ye göre Tanrı'nın dışındaki bütün
varlıklar kendi kendilerine var olmayan, var olmak için bir başkasına muhtaç
olan varlıklardır. Varlıklar içinde Tanrı'ya en yakın olan varlık akıl, en uzak olan
varlık maddedir. Böylece Farabi bir yandan varlığın ilk ve en önemli
ögesinin akıl, düşünce (idea) olduğunu savunmakta; öte yandan Tanrı ile evreni
birbirinden ayıran İslam inancını doğrulamaktadır. Farabi bu görüşleri ile
kendinden sonra gelen doğu ve batı düşüncelerini büyük ölçüde etkilemiştir.
HEGEL (1770-1831)
Alman idealizminin son büyük düşünürü Georg Wlhelm Friedrich Hegel varlığı idea olarak kabul eder. Hegel tüm varlığın kendisinden çıktığı şeyin evrensel bir gerçek, bir idea olduğu ve maddesel olmayan bu ideanın tek tek bütün varlıkları kapsadığı görüşündedir. Ancak bu evrensel varlık (idea) bazı filozofların, örneğin Platon'un sandığı gibi değişmeyen, ne ise öyle kalan bir şey değildir. Tam tersine evrensel varlık sürekli bir değişme ve gelişme halindedir. Hem doğa hem de insan bu değişme ve gelişme sonucu ortaya çıkmıştır. Başka bir deyişle evrenin gerçekliği ideanın tek tek varlıklar halinde belirmesinden ve biçimlenmesinden doğmuştur. Tüm var olanların temelinde bulunan bu ilkeye Hegel "idea", "akıl", "ruh", "töz" ya da "tin(geist)" der.
HEGEL (1770-1831)
Alman idealizminin son büyük düşünürü Georg Wlhelm Friedrich Hegel varlığı idea olarak kabul eder. Hegel tüm varlığın kendisinden çıktığı şeyin evrensel bir gerçek, bir idea olduğu ve maddesel olmayan bu ideanın tek tek bütün varlıkları kapsadığı görüşündedir. Ancak bu evrensel varlık (idea) bazı filozofların, örneğin Platon'un sandığı gibi değişmeyen, ne ise öyle kalan bir şey değildir. Tam tersine evrensel varlık sürekli bir değişme ve gelişme halindedir. Hem doğa hem de insan bu değişme ve gelişme sonucu ortaya çıkmıştır. Başka bir deyişle evrenin gerçekliği ideanın tek tek varlıklar halinde belirmesinden ve biçimlenmesinden doğmuştur. Tüm var olanların temelinde bulunan bu ilkeye Hegel "idea", "akıl", "ruh", "töz" ya da "tin(geist)" der.
Ona göre mutlak ruh ya da tin bir oluş,
bir gelişme, bir evrim içindedir. Bu da diyalektik (tez – antitez - sentez)
yoluyla gerçekleşir. Hegel, Herakleitos'tan farklı olarak bu
gelişimin bir amacı olduğu görüşündedir. Bu amaç, ruhun kendisini tam olarak
gerçekleştirmesidir.
Hegel'e göre her şeyin temelinde bu
evrensel ilke vardır. Bu ilkeyi kısaca şöyle açıklayabiliriz:
Gerek doğa gerekse tarih, karşıtların (tez-antitez) çatışması ve bir bireşime (senteze) ulaşmasıyla ilerler. Bu bireşim zamanla teze dönüşerek karşıtını (antitezini) yaratır ve onunla çatışmaya girer. Bu da yeni bir senteze yol açar. Bu süreç böylece sürüp gider. Ayrıca idea, tek tek varlıkların çeşitliliği içinde kaybolmaz. Düşünen zihinde (ruhta) yeniden kendisini bulur. Örneğin, doğa farklılaşmış bir ideadır. Bu nedenle doğada çokluk görülür. Bu, ideanın kendine "yabancılaşması"dır. Ne var ki doğadaki çokluktan biri olan "insan" doğadaki öteki varlıklardan yavaş yavaş sıyrılarak kendi kendisinin bilincine varır. Bütün varlığın temelindeki ideaya yönelir. Böylece evrensel varlığın "bir" ve idea olduğu gerçeği insanoğlunun düşüncesinde yeniden ortaya konur.
C. VARLIĞI MADDE OLARAK KABUL EDENLER
Filozoflar evreni, doğayı, insanı açıklamaya yönelirken farklı iki gerçeklikle karşılaşmışlardır. Bunlardan biri gözle görünen, elle tutulan, zaman ve uzay içinde yer alan maddesel gerçekliktir. Diğeri göremediğimiz, dokunamadığımız, ölçemediğimiz sayılar, fikirler gibi düşünsel gerçekliktir.
Gerek doğa gerekse tarih, karşıtların (tez-antitez) çatışması ve bir bireşime (senteze) ulaşmasıyla ilerler. Bu bireşim zamanla teze dönüşerek karşıtını (antitezini) yaratır ve onunla çatışmaya girer. Bu da yeni bir senteze yol açar. Bu süreç böylece sürüp gider. Ayrıca idea, tek tek varlıkların çeşitliliği içinde kaybolmaz. Düşünen zihinde (ruhta) yeniden kendisini bulur. Örneğin, doğa farklılaşmış bir ideadır. Bu nedenle doğada çokluk görülür. Bu, ideanın kendine "yabancılaşması"dır. Ne var ki doğadaki çokluktan biri olan "insan" doğadaki öteki varlıklardan yavaş yavaş sıyrılarak kendi kendisinin bilincine varır. Bütün varlığın temelindeki ideaya yönelir. Böylece evrensel varlığın "bir" ve idea olduğu gerçeği insanoğlunun düşüncesinde yeniden ortaya konur.
C. VARLIĞI MADDE OLARAK KABUL EDENLER
Filozoflar evreni, doğayı, insanı açıklamaya yönelirken farklı iki gerçeklikle karşılaşmışlardır. Bunlardan biri gözle görünen, elle tutulan, zaman ve uzay içinde yer alan maddesel gerçekliktir. Diğeri göremediğimiz, dokunamadığımız, ölçemediğimiz sayılar, fikirler gibi düşünsel gerçekliktir.
Filozoflar varlığın madde ve düşünce
niteliğinde olduğunu belirledikten sonra şu sorunun yanıtını aramaya
başlamışlardır:
"Madde ve düşünceden hangisi daha önemlidir, hangisi diğerinden daha önce gelir?"
Bu soruyu "Madde daha önemlidir, varlığın ana ögesi maddedir" diye yanıtlayanlara felsefede "materyalist" denir. Buna göre materyalizm (özdekçilik, maddecilik) evrendeki tek tözün (cevherin) madde olduğunu, maddenin düşünceden bağımsız olarak var olduğunu ve bütün varlıkların maddeden türediğini ileri süren öğretidir.
"Madde ve düşünceden hangisi daha önemlidir, hangisi diğerinden daha önce gelir?"
Bu soruyu "Madde daha önemlidir, varlığın ana ögesi maddedir" diye yanıtlayanlara felsefede "materyalist" denir. Buna göre materyalizm (özdekçilik, maddecilik) evrendeki tek tözün (cevherin) madde olduğunu, maddenin düşünceden bağımsız olarak var olduğunu ve bütün varlıkların maddeden türediğini ileri süren öğretidir.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi materyalizme
göre madde, yani bizi çevreleyen nesneler bizden bağımsız ve öncesiz (ezeli)
olarak vardır, var olmak için düşünceye muhtaç değildir. Tersine, madde
olmadan düşünce var olamaz. Bu da bedenden bağımsız ve ölümsüz bir düşüncenin
olamayacağını gösterir. Materyalizm maddeyi öncesiz ve bağımsız bir töz
olarak kabul ettiği için tanrının varlığını tanımaz.
Materyalizmin geçmişi çok eskilere,
felsefenin ilk temsilcilerine kadar uzanır. Nitekim Thales her şeyin
aslının su, Anaximenes hava, Herakleitos ateş olduğunu öne
sürmüşler ve evrendeki tüm varlıkları bir ilk maddeye dayanarak açıklamayı
denemişlerdi. Böyle olmakla birlikte materyalizmi bir sistem, bir öğreti
haline getiren Demokritos'tur.
Mekanist bir görüşe sahip olan Abderalı
(Trakyalı) Demokritos, İlk Çağ materyalizminin önde gelen bir temsilcisidir.
"Atomculuk (atomizm)"un kurucusu sayılır.
Demokritos'a göre evren atomlardan
oluşmuştur. Atomlar öncesiz ve sonrasızdırlar, yani baştan beri vardırlar.
Onlar ne oluşmuşlardır ne de oluşacaklardır. Kimyasal nitelik bakımından
birbirlerinin aynıdırlar; yer kaplarlar, gözle görülmezler ve bölünmezler. Bundan ötürü atomların
niteliksel bir değişmeye uğramaları olanaksızdır. Nicelik bakımından ise
farklıdırlar; birbirlerinden biçim ve büyüklük yönünden ayrılırlar.
Atomlar boşlukta (uzayda) değişik hızlarla
sürekli hareket halindedirler. Birbirleriyle çarpışmaları ve birbirleri
üzerindeki basınçları sonucu sınırsız şekiller halinde birleşerek evreni ve
evrendeki şeyleri oluştururlar. Demokritos'a göre kaba ve ağır hareket eden
atomlar toprağı, hareketleri hızlı olan ince atomlar suyu ve havayı oluşturmuşlardır.
Ay, güneş ve yıldızlar ise atomların çarpışması sonucu ortaya çıkan çevrinti
sonucu boşluğa fırlayıp tutunmuş olan taş yığınlarıdır.
Demokritos evrenin bir "düzen"e
girmesinin kendiliğinden olamayacağını, bu düzeni sağlayacak bir
"güç"ün olması gerektiğini öne süren filozoflara karşı çıkar. Düzenin
kendiliğinden oluşabileceğini savunur. Bu fikrini açıklamak için gösterdiği
örneklerden biri şudur:
"Harman yapılırken buğdayı samanından ayırmak istersem havaya savururum. Bu yolla, ağır oldukları için buğday taneleri bir tarafa, hafif olduğu için saman diğer bir tarafa ayrılır. Bu tamamıyla mekanik bir olaydır. Evrende de bu yasa geçerlidir. Bu bakımdan evreni düzenleyen bir 'güc'ü ayrıca kabul etmeye gerek yoktur. Çünkü mekanik yasalar aynı şeylerin kendiliğinden bir yere birikmesini sağlıyorlar..."
Görülüyor ki Demokritos'a göre evrenin "oluş"unda ne bağımsız bir "güç" ne de bir "rastlantı" rol oynamaktadır. Evrene zorunluluk egemendir. Tüm varlık, maddesel olan atomların "mekanik" bir şekilde birleşmesinden oluşmuştur. Demokritos'un öğretisi Epikuros (M.Ö. 341-270) ile Lucretius {Lukresyus, M.Ö. 95-55) tarafından devam ettirilmiştir.
HOBBES (1588-1679)
Thomas Hobbes felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını, siyasette monarşiyi benimseyen İngiliz filozoftur. En tanınmış eseri "Leviathan"dır. Leviathan, Tevrat'ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes'ta her şeye egemen olan devletin simgesidir.
"Harman yapılırken buğdayı samanından ayırmak istersem havaya savururum. Bu yolla, ağır oldukları için buğday taneleri bir tarafa, hafif olduğu için saman diğer bir tarafa ayrılır. Bu tamamıyla mekanik bir olaydır. Evrende de bu yasa geçerlidir. Bu bakımdan evreni düzenleyen bir 'güc'ü ayrıca kabul etmeye gerek yoktur. Çünkü mekanik yasalar aynı şeylerin kendiliğinden bir yere birikmesini sağlıyorlar..."
Görülüyor ki Demokritos'a göre evrenin "oluş"unda ne bağımsız bir "güç" ne de bir "rastlantı" rol oynamaktadır. Evrene zorunluluk egemendir. Tüm varlık, maddesel olan atomların "mekanik" bir şekilde birleşmesinden oluşmuştur. Demokritos'un öğretisi Epikuros (M.Ö. 341-270) ile Lucretius {Lukresyus, M.Ö. 95-55) tarafından devam ettirilmiştir.
HOBBES (1588-1679)
Thomas Hobbes felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını, siyasette monarşiyi benimseyen İngiliz filozoftur. En tanınmış eseri "Leviathan"dır. Leviathan, Tevrat'ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes'ta her şeye egemen olan devletin simgesidir.
Francis Bacon'ın empirizminden etkilenen Hobbes'a
göre dünya, mekanik hareket yasaları tarafından yönetilen cisimlerin
bütünüdür. İnsan ve hayvan bu bütünün bir parçasıdır. Onların fiziksel ve
ruhsal yaşamları da tümüyle mekanik hareket yasalarına bağlıdır. Bu bakımdan
dünyada ruh, melek, tanrı diye bir şey yoktur. Bunlar imgelemin ürünüdür.
Hobbes'a göre evrende töz (cevher) olarak yalnızca madde vardır. Felsefenin konusunu bu madde, daha açık bir deyişle maddenin biçim almış durumu olan cisimler oluşturur. Cisimler de ancak gözlem ve deney yoluyla incelenir. Maddenin dışında kalanlar -tanrı, ruh gibi- ise ilahiyata ait inanç konulandır.
LA METTRİE (1709-1751)
Bir filozof ve hekim olan Julien Offray de La Mettrie Hobbes gibi, evreni oluşturan tözün (cevherin), başka bir deyişle değişenlerin özünde değişmeden kalanın madde olduğu kanısındadır. En tanınmış eserleri "Ruhun Doğal Tarihi" ile "Makine İnsan"dır. Filozof, "Ruhun Doğal Tarihi" isimli eserdeki düşünceleri yüzünden Fransa'dan, "Makine İnsan" adlı yapıtını yayımlayınca da sığındığı Hollanda'dan ayrılmak zorunda kalmıştır.
Hobbes'a göre evrende töz (cevher) olarak yalnızca madde vardır. Felsefenin konusunu bu madde, daha açık bir deyişle maddenin biçim almış durumu olan cisimler oluşturur. Cisimler de ancak gözlem ve deney yoluyla incelenir. Maddenin dışında kalanlar -tanrı, ruh gibi- ise ilahiyata ait inanç konulandır.
LA METTRİE (1709-1751)
Bir filozof ve hekim olan Julien Offray de La Mettrie Hobbes gibi, evreni oluşturan tözün (cevherin), başka bir deyişle değişenlerin özünde değişmeden kalanın madde olduğu kanısındadır. En tanınmış eserleri "Ruhun Doğal Tarihi" ile "Makine İnsan"dır. Filozof, "Ruhun Doğal Tarihi" isimli eserdeki düşünceleri yüzünden Fransa'dan, "Makine İnsan" adlı yapıtını yayımlayınca da sığındığı Hollanda'dan ayrılmak zorunda kalmıştır.
La Mettrie'nin materyalizmi Descartes'ın
mekanist doğa felsefesi ile Locke'un duyumculuğuna dayanır. Ona göre doğada
madde ile onun hareketlerinden başka bir şey yoktur. İnorganik dünya gibi
organik dünyada (bitkiler, hayvanlar, insanlar) yer kaplayan, hareket gücü ve
duyumlama yeteneği olan maddeden oluşmuştur. Bu bakımdan insan ile hayvan
arasında nitelik farkı bulunmaz. Buradaki fark yalnızca bir derece farkıdır.
Daha açık bir deyişle insan ile hayvan ya da bitki ile maden arasında özde
hiçbir fark yoktur.
Nitekim La Mettrie yurttaşı Descartes'ın
hayvanları birer otomat saymasını doğru bulur. Ancak kendisi bununla yetinmez,
bir adım daha atarak insanların da birer makine olduğunu ileri sürer. Aradaki
fark insanın daha karmaşık bir makine oluşudur. Bununla beraber Descartes'tan
şu noktada ayrılır: Descartes hayvanlarda düşünme yeteneği olmadığı
kanısındadır. Maddede hareket gücü ve duyumlama yeteneğinin varlığını savunan
La Mettrie hayvanlarda da düşünme yeteneğinin varlığını ileri sürer.
Görüşlerinin mantıksal sonucu olarak La
Mettrie'ye göre insan, doğaüstü bir Yaradan'ın yarattığı ayrıcalıklı bir varlık
değildir. Diğer hayvan ve bitki türleri gibi insan türü de birdenbire meydana
gelmemiştir. İnsan bugünkü biçimini en ilkel organizmalardan derece derece,
gittikçe daha yüksek organizmaları çıkaran doğal evrime borçludur.
19. yüzyılda hem doğa bilimlerinde hem de
toplumsal bilimlerde büyük gelişme oldu. Bu gelişmenin sonucunda La Mettrie'nin
ve öteki mekanist materyalistlerin görüşlerinden bazıları bilimsel verilerle
çelişir duruma düştü. Bunun üzerine Kari Marx mekanik materyalizmin eksik ve
hatalarından arınmış yeni bir kuram geliştirme girişiminde bulundu.
KARL MARX (1818-1883)
Marx (Marks) bir Alman filozoftur. Yaşamı zor koşullar altında geçmiştir. Düşünce ve eylemlerinden ötürü Almanya'dan ayrılmak zorunda kalmış, Fransa ve Belçika'dan sınır dışı edilmiş, sonunda Londra'ya yerleşmiş ve orada ölmüştür. Eserleri arasında en ünlüsü "Daskapital'dir. (Sermaye)
KARL MARX (1818-1883)
Marx (Marks) bir Alman filozoftur. Yaşamı zor koşullar altında geçmiştir. Düşünce ve eylemlerinden ötürü Almanya'dan ayrılmak zorunda kalmış, Fransa ve Belçika'dan sınır dışı edilmiş, sonunda Londra'ya yerleşmiş ve orada ölmüştür. Eserleri arasında en ünlüsü "Daskapital'dir. (Sermaye)
Marx, materyalist Ludwig Feuerbach (Foyerbah, 1804-1872) ile
idealist Friedrich Hegel'den etkilenmiştir. Doğanın düşünceden bağımsız
olarak varlığını savunan materyalizmle Hegel'in geliştirdiği diyalektik yöntemi
birleştirmiş ve diyalektik materyalizm denen yeni bir kuram oluşturmuştur.
Marx'a göre Hegel'in en önemli yanı, her
şeyin değişme ve hareket halinde birbirine bağlı olduğunu düşünmesi ve
Herakleitos'ta görülen diyalektik yöntemi geliştirmesidir. Hegel'e göre düşünce
(ruh) ve doğa (evren) sürekli değişim içindedir ve bu değişmede düşüncenin yeri
ve önemi önde gelir. Başka bir deyişle düşüncede meydana gelen değişmeler
maddedeki değişmelere yol açar. Marx'ta Hegel gibi evrenin diyalektik
biçimde (tez – antitez - sentez) geliştiği görüşündedir. Ne var ki Marx'a göre
Hegel, "Düşüncelerdeki değişmeler maddelerdeki değişmeleri yaratır."
derken yanılmıştır. Çünkü bize düşünceleri veren maddelerdir ve maddeler
(nesneler) değiştiği için düşünceler değişmektedir. Böylece Marx, "diyalektik
idealizm" yerine "diyalektik materyalizm" kuramını getirmiştir.
Diyalektik materyalizmde doğa ve insana ilişkin bütün olgular düşünce ya da ruhtan bağımsız olarak ele alınır. Bu kurama göre ilk varlık maddedir. Düşünce (ruh) maddeden sonra gelen ve ona bağlı olan varlıktır. Başka bir deyişle madde düşünceden önce vardır ve var olmak için düşünceye (ruha) gereksinimi yoktur. Düşünce maddesel bir gerçeklik olan beynin ürünüdür. Evren hareket halinde maddedir. Bu madde çatışma ve çelişmelerden geçerek varlıkları ortaya çıkarmıştır. Öyleyse maddenin bir geçmişi, bir şimdisi, bir geleceği yani tarihi vardır.
Diyalektik materyalizmde doğa ve insana ilişkin bütün olgular düşünce ya da ruhtan bağımsız olarak ele alınır. Bu kurama göre ilk varlık maddedir. Düşünce (ruh) maddeden sonra gelen ve ona bağlı olan varlıktır. Başka bir deyişle madde düşünceden önce vardır ve var olmak için düşünceye (ruha) gereksinimi yoktur. Düşünce maddesel bir gerçeklik olan beynin ürünüdür. Evren hareket halinde maddedir. Bu madde çatışma ve çelişmelerden geçerek varlıkları ortaya çıkarmıştır. Öyleyse maddenin bir geçmişi, bir şimdisi, bir geleceği yani tarihi vardır.
Doğada hiçbir şey şu andaki gibi değildir;
her şey geçmişte birtakım değişikliklere uğramıştır, gelecekte de uğrayacaktır.
Aynı kural insan ve toplum için de geçerlidir. Kısaca evren olmuş
bitmiş bir şey değildir, diyalektik biçimde ilerleyen bir süreçtir. Evrende
bilinmez diye bir şey yoktur; yalnızca henüz bilinmeyen şeyler vardır. Onlar
da bilim ve teknolojide ilerlemeler sağlandıkça, bilinenler arasında yerlerini
alacaktır.
Diyalektik materyalizm ile mekanik
materyalizm arasında önemli farklar vardır. Mekanik materyalizm nesneleri
kendi başlarına ve değişmez özellikleri olan varlıklar olarak görür. Evrenin,
değişmeyen bu parçalardan meydana geldiğini ileri sürer. Oysa diyalektik
materyalizm nesneleri karşılıklı ilişkileri ve çelişkileri içinde ele alır. Bu
kurama göre hiçbir şey durağan değildir. Her şey oluşur, sürekli değişir ve yok
olur. Değişmiyor gibi göründüğü zaman bile her şey kendi içinde belirli bir
değişim ve dönüşüm halindedir.
Diyalektik materyalizm yalnızca doğayı
açıklamakla yetinmez, onu değiştirmek gerektiğini ve insanın bunu başarabilecek
yetenekte olduğunu savunur. Diyalektik materyalizmin tarihe ve topluma
uygulanması tarihsel materyalizm diye adlandırılmıştır.
Bilindiği gibi Hegel'e göre tarihsel gelişim diyalektik yolla gerçekleşiyordu. Bu gelişimde etken olan "tin" ya da "akıl", başka bir deyişle "düşünce" idi. Ona göre tarihteki gelişmeyi düşünsel değişimler belirliyor ve maddesel değişmelere neden oluyorlardı.
Bilindiği gibi Hegel'e göre tarihsel gelişim diyalektik yolla gerçekleşiyordu. Bu gelişimde etken olan "tin" ya da "akıl", başka bir deyişle "düşünce" idi. Ona göre tarihteki gelişmeyi düşünsel değişimler belirliyor ve maddesel değişmelere neden oluyorlardı.
Hegel gibi Marx'a göre de tarihin
karşıtları çöze çöze ilerleyen bir gidişi vardır. Ancak, Hegel'in sandığı gibi
düşünsel değişimler, maddesel değişimleri yaratmazlar. Tam tersine maddesel
değişimler, düşünsel değişimlere neden olurlar. Marx'a göre tarihteki gelişimi
belirleyen temel etkenler olan ekonomik ilişkiler, ekonomik güçler ve üretim
araçları alt yapıyı; toplumun sınıflara ayrılışı, siyasal erkin dağılımı, hukuk
yasaları, ahlak, din, eğitim kurumları vb. üst yapıyı oluştururlar. Tarihsel
materyalizme göre tüm tarihsel ve toplumsal olayların belirleyici nedeni
ekonomik olaylar, başka bir deyişle alt yapıyı oluşturan etkenlerdir.
Filozof olduğu kadar ekonomi bilgini de olan Marx, özel mülkiyetin
kaldırılmasını, tüm ürün ve malların ortaklaşa kullanılmasını savunmuş ve
komünizmi bir öğreti (doktrin) durumuna getirmiştir. Bunda Alman filozof
Friedrich Engels (1820-1895)'in de büyük katkısı olmuştur.
Kaynak: http://msgslfelsefe.blogcu.com/
D. Varlığı Hem Madde Hem Düşünce Olarak
Kabul Edenler
Descartes
Ona göre varlık hem düşünce, hem de madde'dir. Varlık
iki cevherden (tözden) oluşmuştur. Ruh (Ben) ve Madde (cisim) Ruh öyle bir cevherdir
ki onu cevher yapan yüklemi düşüncesidir. Madde öyle bir cevherdir ki onu
cevher yapan yüklem yayılımıdır. Kısaca iki cevherden biri düşünmekte diğeri
yayılmaktır. Ruh ile madde arasında bir ilişki yoktur. Bunlar mutlak olarak
birbirinin zıddıdır. Descartes'in bu iki varlık anlayışına dualizm
(ikicilik) denir.
E. Varlığı Fenomen Olarak Kabul Eden
Husserl
Varlık Fenomen'dir. Fenomen (olay), insanın bilme
yeteneğinin temelinde bulunan bilincin belirlediği varlık'tır. Yani, bu
varlığın insan (suje) için taşıdığı anlamdır, özdür. Husserl'e göre fenomenler,
tek tek algılanan nesneler değildir. Tek tek nesnelerin ifadesi olan bütünsel
(tümel) kavramlardır. Elma, portakal, erik yerine (MEYVE) fenomendir. Asıl
gerçek öz fenomenlerdir. Bunlar zaman ve mekan kavramıyla sınırlanamazlar. Her
türlü rastlantıdan kurtulmuş, hiçbir şeye indirgenemeyen özlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder